10 Haziran 2013 Pazartesi

SEX AND THE CITY dizisinin ilk 3 sezonunu bir daha izlemişken :) (modası hiçbir zaman geçmeyen dizi)

Elime klavyeyi almışken öncelikle belirtmek isterim: Sex And The City'nin her bölümünü defalarca izledim. Benim hayatım benim bedenim ve isteğimi yapmakta özgürüm hem de erkekler kadar! diyenlerin sayısının çok az olduğu Türkiye'de Türk kadınları zamanında bu dizi ile yüzleştirildi :)

Erkeğe her şeyin serbest olduğu kadının ise (''iyi'' kadınların) sokakta kahkaha attıklarında bile kötü olduğu ülkemizde Türkçe altyazılı Sex And The City olay yaratmıştı. Hatta Türkiye'de filmleri vizyona girdi. Onlar gibi yaşayanlar ( özenti olmayan, sadece özgür, kendi ayakları üzerinde durabilen, ekonomik açıdan özgürlüğü olan, bakımlı, çocuk da yaparım kariyer de diyen, bakımlı Türk kadınları) özenti ilan edildiler.
Ben kimim ki seni yargılayayım fikrini Sex And The City ile tanıdık öncelikle. Yargılamamayı öğrendik. Çünkü biz kadınlar birbirimizden farklıyız. Bu dört karakteri de içimizde taşısak da biri baskın çıkıyor mutlaka ve bazılarımız Samantha gibi bazılarımız Charlotte gibi oluyor. Farklılıklar yargılanmamalı o yüzden :)

İnsanlar mutluluğu için yaşamalıdır. Ama bizim ülkemizde sadece erkeklerin mutluluğu önemli sanki.. Onların istedikleri... Onlar istiyorsa evinin kadını çocuklarının anası oluyorsun, onlar yüksek maaşlarla çalışıyor, sen onlardan daha az maaşla onlardan çoook daha fazla çalışıyorsun, erkek eleman isteyen şirketler var mesela hala 21. yüzyılda.
Çocuk doğuyor işi bırakıyorsun, evleniyorsun;  yaşamını arkadaşlarını bakımını bırakıyorsun. Erkek çalışıyor, o kendini hiiç değiştirmiyor, akşamları geliyor çocukla ilgileniyor biraz, yemek zaten hazır önünde, televizyonun karşısına geçiyor, orada uyukluyor. Kadın ilgi bekliyor onu alamıyor. Eşi artık ona dokunmuyor, onu sevmiyor; seviyor da öyle değil işte... Bazı akşamlar geç geliyor adam... Kadın nerede olduğunu bilmiyor. Belki başka bir kadınla belki. Aldatma yok diyelim, erkek sosyal yaşantısından da gece gezmelerinden de arkadaş ziyaretlerinden eş dost görüşmelerinden hiç geri kalmıyor. Kadın ise dört duvar arasına hapsoluyor; kariyerini bırakıyor, kendini ailesine adıyor. Kendini sadece çocuğuna adıyorsun tamam peki de  bir gün o çocuk büyüyor; geriye sadece ilgilenmeyen bir eş kalıyor. Duygusal boşluk zaten hiçbir zaman kadın için dolmuyor.
O yüzden insanların  kendi mutluluğu hayatlarının merkezinde olmalıdır.

Samantha düzenli bir ilişki istemiyordu; bu yüzden hayli yakışıklı ünlü sevgilisini bıraktı. Eğer onla olsaydı mutlu olamazdı çünkü. Toplumda sadece itibar görmek için bir sevgili bulmak ne saçma. Yanındaki adamın statüsüyle kendi adını yükseklere taşıdığını zannetmek, kendini kandırmak aslında.... Kadın, başarısıyla, kariyeriyle bir yere gelemezmiş gibi... Kadın hayatında bir eş olmadan mutlu olamazmış gibi. Oysa erkek yalnız mutlu olabiliyorsa, çok partnerli bir yaşam sürdürüyorsa kadın da bunu Samantha gibi pekala yapabilir.


Samantha'nın yaşamını onayladığım için söylemiyorum. Erkek de kadın da o şekilde mutlu olamaz çünkü. İçlerindeki duygusal boşluğu dolduramaz. Ama Sex And The City'de Samantha bu şekilde mutlu, gerçekten mutlu!  Erkeklerin skoru arttırdığında aferin dendiği yerde kadına ağza alınmayacak sıfatlar söylemek doğru mudur sizce? İşte o yüzden diyorum ya kimin size hangi sıfatı yakıştırdığı önemli değil, sizin aynada gördüğünüz kişi önemli öncelikle, onun mutluluğu, onun istekleri...

İşte bu yüzden Charlotte mutlu olmadığı için zengin kocasından ayrıldı.
Carrie mutlu olmadığı için Rus erkek arkadaşını bıraktı.


Miranda mutlu olmak için bebeği olmasına rağmen inatla çalıştı. Kariyerinde daha da ilerledi. Anne olduktan sonra kariyerini bırakan neden sadece kadınlar? Neden erkekler değil? Çocuğun anneye olduğu kadar babaya da ihtiyacı yok mu? Tamam annenin yeri ayrıdır. Ama ya kadın mutsuzsa çalışmayınca... Ne kadar para kazandığınızın önemi yok ki. Özgüven için, mutluluk için, kariyer için çalışırsınız. Mutsuz ve özgüvensiz anne, ne kadar iyi annedir sizce? Oysa annelerimiz mutlu olsaydı, kendi ayaklarının üzerinde dursaydı, özgüvenleri ve ekonomik bağımsızlıkları olsaydı daha iyi bir anne olurlar mıydı?

Çalışmayınca mutsuz oluyorsa kadın....  Mutsuz bir anne çocuğu için ne kadar iyi bir anne olabilir ki?Çocuk olunca Miranda çalışmaya devam etti, çünkü öyle mutluydu, ısrarla kariyerinde ilerledi.

Ve karakterlerin hiçbirine babasından, kocasından servet kalmamış; hepsi çalışmış yapmışlar diziye göre. Ekonomik özgürlük çok önemli... Sırf özgür kadın olmak için değil, özgür insan olmak için, hatta birey olmak için...

NOTLAR:
Ben Carrie'nin doğru adamı seçmesini hayal etmiştim. Çünkü filmin sonunda Mr. Big yanlış adamken (onu aldatan, ailesiyle tanıştırmayan, tek eşli olmayan, evlenmeye karşı, hatta onu düğünde terk eden  karakterken) doğru adam oluyor ve mutlu sooon...! İşte bu romantik komedilerde sona kadar hep doğru oluyor ama etkileyici son yaratacaklar diye saçmalıyorlar. İnsanlar değişmez. Eğer bu hikaye gerçek olsaydı Mr. Big o Natasha ile evlendikten sonra Carrie'nin hayatından çıkacaktı büyük ihtimalle. Hatta sonra Natasha'yı da aldatacaktı. İşte bu yüzden 7'sinde neyse 70'inde de odur diye bir laf icat etmişler :) Peki ya sizce yanlış dediğimiz insanlar bir gün doğru olabilirler mi?
İlk işaretlediğimiz şık her zaman doğru yanıt mıdır? Yoksa soruyu tekrar dikkatlice okumalı mıyız? Carrie'nin ilk işaretlediği şık Mr. Big'ti, sonra o şıkkın defalarca yanlış olduğunu dizi boyunca gördük ve daaa daaam aslında o doğru yanıtmış. Sizce insanlar değişir mi? Gerçek hayatta düğünde terk eden adam asla beyaz atlı prense dönüşemez.
Bu arada düğünde terk etmesinin nedeni de Samantha gibi gösterdiler filmde... Hani Mr. Big ve Samantha konuşuyorlardı; Samantha ona evlilik karşıtı görüşlerini söylüyordu, Mr. Big'in de bu aklında kalıyordu, düğünde terk ediyordu ya... Bence orada Samantha hiiiç suçlu değil. Adamın bilinçaltında zaten varmış bırakıp gitmek bence. Ama film Mr. Big'in doğru adam olmasıyla biteceği için öyle göstermek mantık dışı olurdu tabii...

En beğendiğim son Charlotte'unkiydi sanırım. Doğru adamı bulması filan hoştu yani. O kel adamın (adı Harry sanırım) kendine özgü bir karizması var. Charlotte Trey'le ilişkisinde hata yapmıştı. Ona ayakkabısını iade eden adamı prens sanmıştı, oysa prensler illa sahneye herkesin beklediği gibi girmez bence... Charlotte'un hikayesinde olduğu gibi boşanma avukatı bile çıkabilir!


Samantha'nın sonunda durulmasını hayal etmiştim ben... Olmadı kısmet değilmiş :) Belki de bazı karakterler için mutlu son bir erkek ya da bir kadın değildir. Belki de mutlu sonda Pamuk Prenses camdan tabutta boğazına kaçan elmayı tükürür, o tabuttan çıkar ve şehre gidip yalnız ve mutlu sonunu yaşar.  Belki de doğanın kanunu budur: Doğal seçilim için tek bir partnerle ancak mutlu yaşamak isteyenler, yalnız ama çok partneri olanlardan ayıklanmalıdır.

Miranda da o zaten dönüp dolaşıp tekrar geldiği adama döndü yine. Steve'e yani. Karakter olarak çooook farklı olan bu iki karakterin mutlu olması ilginç geldi bana. Sizce zıt kutuplar birbirini çeker mi? Yoksa tamamen zıt olduğunuz biriyle ortak bir nokta bulmakta çook zorlanacağımızdan kutuplu ilişkiler (kutuplu ilişkiler... yeminlen çok teknik oldu) biter mi? Sex And The City'e göre Miranda kadar güçlü, müthiş özgüveni olan, kariyerinde erkeklerle yarışan, ama olayları çok kasan, bir türlü akışına bırakamayan, fazla planlı yaşayan, çok çalışan ve ciddi mizacı olan bir avukat, sonunda kendisine çok zıt, esprili, aşırı rahat, çocuk gibi hareketleri olan bir barmenle mutlu sonu yaşar...


Bu da Carrie'nin en çok beğendiğim kıyafetlerinden (genellikle süslü elbiseler tercih etse de işte Carrie'nin sade şıklığı!) 

Sevdiği adam yani Mr. Big nişanlanırken Carrie bu kıyafetle nişan sonunda Mr. Big'le konuşmaya gitmişti. Bence düğün ziyareti için gelinden daha havalı bir kıyafet olmuştu :) SJP'nin kusurlu bir güzelliği var, yüzündeki kusurlar onu daha da güzel hale getiriyor bence. Saçları oldukça doğal duruyor ve zarif bir kolye boynunu süslüyor. Elbise sade ve çok hoş. 2013 yazının trendi de beyaz elbiseler öyle değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder